Son Eklenenler

20 Şubat 2008

Neler Oluyor?

Haberleri takip ediyormusunuz bilmiyorum. Ama takip ediyorsanız mutlaka görmüşsünüzdür. Tuzla Tersanesi çalışanlarına ölüm saçıyor. En son haberle 82. ölümün gerçekleştiği bildiriliyor. Tam 82 can. Hem de 8 ay gibi kısa bir sürede. Medyada, hani yazılı değil de görsel olan medyada, yani o aralarına reklam koydukları 'ana haber bültenleri'nde ne kadar gördünüz bu haberleri.
Hani o bilmem kimin sahnede silahlı saldırıya uğradığını günlerdir konuşan medyada. Tamam, vahşi batıya benzememiz ayrı bir yazı konusu. Fakat ölen 82 işçiden ve orada hala çalışan, çalışmak zorunda olan yüzlerce işçiden bahsediyoruz. Neden mi çalışmak zorundalar? Çünkü asgari ücret olan 435 YTL ile evlenip yuva kurmak, geçinebilmek imkansıza yakın. Ama hakkını yemeyelim kimsenin, Türk ekonomisi çok iyi durumda ve bu gelişme 2002'den beri süregelen titiz bir çalışmanın ürünü!
Sadece Tuzla'da da değil bu kazalar. Mersin'de de var Ereğli'de de.
Medya sessizce yapılan aftan da yeterince bahsetmiyor pek tabi. Çoğunlukla görevi kötüye kullanmak ve rüşvet gibi suçlardan hüküm giyenleri kapsayan aftan. Belki de eriyen kadroları tekrar göreve döndüren bir af bu. Kim bilir?
İş yerlerinin özelleştirlmesine karşı mücadele eden TEKEL işçilerinin üzerine buz gibi soğuk havada tazyikli su sıkılmasını da 1-2 dakika anca görüşsünüzdür televizyonlarda. O kadarını görebildiyseniz ne mutlu.
Ondan sonra da İngiliz uzmanlara hak vermemek elde değil. Ne diyorlar:
Kalabalık grupların davranışlarını anlayabilmek için bazı testler yapan Leeds Üniversitesi’nden bilim insanları, kalabalık bir grup halinde olması durumunda insanların koyun ya da göçmen kuş sürüleriyle arasında pek fark olmadığı sonucuna vardı.

Bu sonuç size de tanıdık geldi mi?

19 Şubat 2008

14 Şubat'ın Getirileri/Götürüleri!

14 Şubat'ın sevgililer günü olarak kutlanmasının arkasında başka bir şeyler aramak gerektiğinden bahsetmiştim. Zorla güzellik olmaz yani. Yorumlarıyla da sevgili arkadaşlarım buna destek vermişlerdi.


Bu konuda haklı olduğumuz da kanıtlandı.
Biraz detaylara inersek, bu yıl 13-14 Şubat tarihlerinde kredi kartıyla tam 420,3 milyon YTL'lik alışveriş yapmış yurdum insanı.
Tam 420 milyon 300 bin YTL! Dile kolay.
Yani yoksulluk sınırı olan 1905,30 YTL'nin 220595 küsur katı!
Yani açlık sınırı olan 689,97 YTL'nin 609156 küsur katı!
Yani asgari ücret olan 435 YTL'nin 966206 küsur katı!
Nakit harcamalar yok hesabın içinde. Hadi yapılan harcamaların hepsi sevgililer günü için değildi diyelim. Kaba hesap, nakit harcamalarla onları bir tutalım.
Nereye gidiyoruz yahu? Durun bir düşünün hele.

Asgari ücret buradaki, diğer veriler buradaki haberden ve fotoğraf buradan alınmıştır.

18 Şubat 2008

TEKEL SATILAMAZ!

Bugün 18 Şubat 2008. Kimileri için sıradan bir gün. Kimileri içinse, ki onbinlerce kişi, hayatlarının geri kalanını etkileyecek olayların başlangıcı olacak bir gün. Ya da olayların sonu mu demeliydim?



Ülkemizim güzide kurumlarında Özelleştirme İdaresi, önemli bir ihalaye daha çıkıyor bugün. Türk Telekom, Petkim, Limanlar derken Tekel de satılıyor. Hem de 'babalar gibi'.
Uyumaya devam edelim. Türban tartışmalarına taraf olalım.
Kimse ekonomiden söz etmesin.
İşsizlik %10'nu geçti.
Kimse iktidarı eleştirmesin. Karikatürlere bile tahammülleri yok.
Durumumuz nedir? Tam yol Avrupa Birliği'ne ilerliyoruz. Ne ilerleme ama. Gözümüz kapalı geriye yürümeyi ilerleme sanmışız. Haklarını yememek lazım. Hızla ilerlediğimiz ortada.
Buyrun bir kaç haber okuyalım TEKEL'le ilgili:

TEKEL masada, işçiler Ankara’da
Tekel’de nefesler tutuldu, teklifler bekleniyor
TEKEL işçisi Özelleştirme İdaresi önünde
TEKEL'in pazar payını kapma hesapları ve ülkemize kaybettirecekleri
TEKEL'in değeri kaç dolardır?
Osmanlı'dan Günümüze Türk Tütün Tarihi

Aman Yakası Bozulmasın!

Geçen gün Kıbrıs Şerhitleri'nde yürürken soğuktan fazla etkilenmemek için her zaman yaptığım gibi böyle mağazalara girip vitrinlere bakıyordum. Hani öyle alışveriş manyağı birisi de değilimdir. Daha doğrusu istediğimi bir türlü bulabilen birisi değilim. Mutlaka bir yerinde eksiklik/fazlalık oluyor. Örnek mi?
Diyelim ki kendime bir tişört alacağım. Uzun veya kısa kollu. Uzun kollu alacaksam şöyle bir bakarım. Bileklerinde, böyle kolunun ucunda manşet olmayacak. Ondan sonra önünde öyle koca koca, beni yürüyen panoya benzetecek marka olmayacak. Zaten marka giydiğim söylenemez ya. (Üniversiteyi kazanana kadar kıyafetlerimi babam alır, eve getirirdi. Ben de giyerdim. Babam zevk sahibidir, o ayrı.) Başka başka, v yaka olmayacak. Hayatta giyemem. Bisiklet yaka giyerim ekseriyetle. Lacoste tarzı yakalı da giydiğim olur arada, ki babam hep öyle giymemi ister. Önünde gömlek gibi cep olmayacak. Hiçbir şeyi beğenmiyorum, di mi? Bu kadar sayıp dökünce ortaya çıktı. :)
Nereye gelecektim. Hıhh. İşte ben böyle seçiciyken, zamanıda bir mont/gömlek arası ne idüğü belirsiz bir giysi almışım. Hani kaç kez giydiğimi saysak, on ya eder ya etmez. Öyle durur dolabımda. Ama kimseye de kıyıp da veremem. Hatta aman yakası bozulmasın diye de özen gösteririm. Niyedir bilmem. Sadece öyle işte.
Demem o ki, kişisel tarihimin en salak alışverişidir kendisi. İlan ederim buradan.
Bu konuyu bana ulaştıran Vladimir'e teşekkürler. Tabi her mimin bir gelişi bir de gidişi var, değil mi? Sevgili Gülş, sevgili tanrıçamız Goddess Artemis ve Nurum, mimlendiniz efendim. En yakın zamanda yazılarınızı bekliyorum. Görüşmek üzere.

17 Şubat 2008

İnce İnce Bir Kar Yağar*

Bunu da gördük efendim. İzmir'de kağ yağıyor inceden!
Sabah uyandığımda inceden yağışı gördüm perdeleri açarken. Tutması konusunda ümitli değildim fakat. Bizim evin çevresinde gördüğüm kadarıyla da tutmadı. Belki daha da yükseklerde kar tutmuştur. Şunu diyebilirim ki, kış kendini gösterdi.



(*) Çok sevdiğim bir Mahzuni Şerif türküsü. Sözler için buraya tıklayın.
Fotoğraf kaynağı burasıdır.

12 Şubat 2008

In The Mood For Love - Aşk Zamanı

Bugün, yaklaşık 5 senedir izleyip isteyip de bir türlü izleyemediğim bir filmi izledim: In The Mood For Love - Aşk Zamanı. DVD'si bir kenarda duruyordu kaç zamandır. Bugun depo olarak kullandığımız odanın lambasını değiştirmek için gittiğimde dikkatimi çekti. Hemen oturum, izledim.



Aşk, ihanet, saygı, şefkat. Hepsi bu filmde yeterince var. Ağır ilerlemesine rağmen -drama, haliyle çok hızlı olması beklenemez, ilahi ben- tüm sahneler sindire sindire anlatıyor hikayeyi.
Hikayemiz 1962 yılının Hong Kong'unda başlıyor. Hikayemizin kahramanlarından Bayan Chan(Maggie Cheung)'ın bir oda tutmasıyla. Bu sırada yine bir oda kiralamak için Bay Chow(Tony Leung Chiu Wai) da aynı binaya geliyor. İlk karşılaşma. O sırada oda Bayan Chan'a kiralanmış olduğunda Bay Chow yan dairede bir oda kiralıyor.
İkiliden Bayan Chan bir sekreter. Bay Chow ise yerel bir gazetenin editörü. Sürekli çalıştıklarını görüyoruz filmde fakat eşleri daha fazla çalışıyorlar. Zira filmden çıkartılan sahneler haricinde görünmüyorlar.
Arada kravatlar, çantalar, metresler, diğer arkadaşlar, ev sahiplerinin ismini hatırlayamadığım oyunları bizi gelecek sahnelere hazırlıyor.
Kahramanlarımız arasındaki yakınlaşmada bir sır açığa çıkıyor. Meğer eşleri işi daha da ilerletmişler.
Özellikle dikkat etmenizi isteyeceğim sahneler ise kahramanlarımızın birlikte yemek yedikleri sahneler.
Bu kadar filmi anlatmam yeter sanırım. Gelelim aklımda kalanlara.
Öncelikle filmin müzikleri inanılmaz derecede güzel ve rahatlatıcı. Ayrıca kullanılan kıyafetler, özellikle bayan kıyafetleri çok hoşuma gitti.



Bu yazıyı yazmamın asıl nedeni ise dvd ekstraları. Filmden çıkartılan sahnelerden 70'ler kısmı gerçekten çok hoş. Bir de tabi ki Alternatif Son. En az filmin sonu kadar etkileyici.
Dramadan hoşlanıyorsanız izlemeniz gereken bir film.
Filmin imdb sayfası burada, resmi web sayfası burada, görüntüler sırasıyla burada ve burada bulunmakta.
İyi seyirler.

14 Şubat?

Sevgililer günü geliyormuş. Bas bas bağırıyor televizyonlar, gazeteler. Geçen gün bu konuyu bir arkadaşımla konuşuyordum. Dedi ki;
- Egemavisi, sevgililer günü geliyor, ne yapacağız?
- Geliyor da bana mı geliyor? Aaa.
- Nasıl yani?
- Sen sevmeye bak hayatı. O vakit her gün sevgililer günü!
Yani ne yapabilirim ki? Sevgililer günü kutlaması da ne oluyormuş canım? İnsan sevdi mi her gün sevgililer günü olur. Öyle şu gün sevgimizi kutlayalım diyeceksek, yıldönümleri var daha özel olarak.
Hem düzenin dayatmasıyla sevi mi kutlanırmış? Boş işler bunlar. Anneler günü, babalar günü de var benzer olarak. Kapitalizm her yerde a dostlar. Yapılacak onca iş arasında sürekli bir dayatma hayatımıza; o günü de kutla, bugünü sakın unutma.
Unutmayacağım günler sadece doğum günleri. Gerisini unutabilirim. Ajanda değil ki hafızam.

11 Şubat 2008

Gönder De Nereye?

Az önce cep telefonuma gelen bir mesajı paylaşmak istiyorum. Gecenin bu saatinde sinirim tepeme çıktı okuyunca.
Hey sen.Bu ülkenin yuzde 60 gbi koyun olma.Bilinci ol,geçmisini untma.Halifenin atalarini franszlara,inglzlere,amerikilalira sattgni untma.Ki senin atalarni ATATURK'un kurtardgnida untma.Bu ulke icn canlarni werenleri untma.Bu yuzdn blncli ol.Bgn araturkun yaptgi hersey tersne cewrlio.Merkez bnkasi istnbula tasnio,laiklik silinmeye calisilio.Sadakatli ol gecmsni untma we sehtle icn watanin icin bilincli ol.Bu msji btn listendkilere gondr.Biz TÜRK'uz...

Diyelim ki gönderdik. Ne olacak biri bana açıklasın bunu? Türklüğü savunan bir metin neden Türkçe karakter kullanılmadan yazılıyor bir defa. Tamam s,i,u anlarım da w ne onu anlayamadım.
Bu ülke 60'lardan beri kısım kısım satılıyor da bu mesajı iletenlerin kaçı anasına babasına ülkeyi bu hale gelene kadar neredeydiniz diye sormuş?
Bu mesajdaki fikirlerin bir kısmını sahiplenmiş ciddi oluşumlar varken neden efendim garip bir uslüpla cep telefonu operatörlerine pay sahibi yapıyoruz?
Ah Atam ah. Yaşasaydın da görseydin memleketin halini. Rezilliği, kepazeliği.
Efendiler! Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!

10 Şubat 2008

Gezdim, Gördüm, Kaldım :)

Güzel olaylara gölge düştüğü de oluyor. 'Ah şu da tam olsaydı' dediğimiz anlar. İşte o anlardan biri daha geldi. Öğrenciliğimi bir yıl daha uzattım başlamadan. Bir önceki yazımdaki bir yorumda İngilizcem kötü değil demişim. Ona bir ekleme yapmak zorunluluk oldu. 'But it's not enough to pass the proficiency exam'. İngilizcem yeterli gelmedi. Ne yapalım. İş de bulmak gerek bu arada.

Bu akşam ilkokul arkadaşlarımla dışarı çıktık yine. Alsancak'ta Stafilina adlı çok hoş bir barda oturduk. Laflaya laflaya bir baktık ki acıkmışız. Ne yapalım nereye gidelim derken kokoreççide karar kıldık. İyi ki de kılmışız. Bir kokoreç bu kadar mı leziz olur? Hem de arkada bir kemancı amca vardı sağolsun. Kulaklarımızın pasını aldı resmen. Kokoreçle sanat müziği harika oldu. İkisini de sevenlere birlikte denemelerini öneririm.
Tabi yemek faslı bitince üstüne kahve de içmek gerekti. Ya da saat daha erken olduğundan biraz daha oturmaya karar verdik. Hemen Kıbrıs Şehitleri'nden kuğu gibi süzülerek Bahane'ye vardık. Burada da ohhh mis gibi kahvemizi içtik, nargilemizi tüttürdük. Yalnız sade kahve biraz şekerli gibi geldi bana. :)

Son bir haftadır ayağı kırık tazı kadar gezdiğimi farkettim şimdi. Pazar gününü bari evde geçireyim. Gez toz nereye kadar. Hem İngilizce de çalışmam gerekli. Şimdi ben iki satır birşeyler okumak için ayrılıyorum. Görüşmek üzere...

02 Şubat 2008

Güzel Bir Haber

Sıkıntılı günler geride kaldı. Oldu mu, olacak mı, ya olmazsa ben ne yaparım, iş, askerlik derken kablonun öbür ucundan haber geldi. Efendim, lisansüstüne kabul edildim!
Günlerdir içime dert olan 'olacak mı olmayacak mı' iç tartışmalarıma bir son verdi bu güzel haber.
Hayatın sevdiğim bir tarafı da bu. Ağlarken güldürmeye bayılıyor.
Şimdilik bu kısa yazıyla yetinelim. Ayrıntılar yakında...