Son Eklenenler

27 Mart 2008

Korkunç Kabus

Korkunç bir kabus gördüm dün gece. Gündemdeki konular aklıma nasıl kazınmışsa. Hemen anlatayım. Aslında girizgahı daha da uzun tutmak istiyorum. Konuyu dillendirmeye çok korktuğumdan. Daha doğrusu, rüyamda gördüklerimi yazılı halde görmekten korkuyorum. Hatta şu an aklıma gelen ilk cümleleri buraya aktarıyorum ki zaman kalsın toparlamaya. Artık başlasam iyi olacak, suyu çıkmadan.

Efendim, rüyamda bir çerçeveden bizim semti izliyordum. Sokaklar insanlarla doluydu. Hiçbir toplu taşıma aracı açlışmıyordu. Hatta hiçbir araç. Sokaklarda adım atmak bile zordu. Nedeni, evimizin üç dört sokak aşağısındaki benim de öğrenim gördüğüm ilkokul bahçesinde muazzam bir kalabalığın olması ve bu kalabalığın perde gibi bir şeye yansıtılmış görüntüleri heyecanla izlemesiydi.
Ve perdede bir alt yazı belirdi: Türkiye Cumhuriyeti iflasını açıkladı!
Beynimden vurulmuşa döndüm. Ne demekti bu şimdi? O anda gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Yayını da belli belirsiz takip edebilir haldeydim. Sürekli nereden geldiğini bilmediğim/kestiremediğim (hiçbir kanal işareti, logo, vs. yoktu perdede) yani haberler/anonslar/görüntüler beliriyordu perdede.
"Başbakan yurtdışında!"
"Cumhurbaşkanı resmi ziyaret için gittiği ... ülkede!"
"Başkentte hükümetten hiçbir yetkili bulunmuyor!"
"T.C. Anayasası'nın ilk üç maddesi yürürlükten kaldırıldı!"
Görüntülerde Atatüek'e ait tüm resim, heykel, büst gibi yapıların yağmalanması görülüyordu.

Tam bunlar olurken uyandım. Kalkıp hemen pencereye koştum. Sıradan bir gündü. Gördüklerim rüyaydı. Ama ne rüya!
Aklıma Irak'ın işgalinin gövde gösterisi olan Saddam Hüseyin heykelinin yıkılışı geldi.
Gün boyunca nasıl böyle şeyler görebildiğim üzerine kafa yordum. Sonradan bir ışık yandı.
Kitapçıda şöyle kitapları incelerken görüklerimi gözden geçirdim. Bazı kitapların arka kapaklarını okuyor, yazarının kim olduğunu öğrenmeye çalışıyor ve ilginç gelen kitapları, isim, yazar ve yayınevi bilgisi şeklinde not alıyordum. İşte buradaki ilginç zamanlamalı bir kitap aklıma takılmış olmalıydı.
Ülkenin çalkalandığı "Ergenekon" hakkında bir kitaptı bu. Davanın iddianamesinin açıklanmadığı haberleri basında yer alırken, ismi bende saklı bu kitapta söz konusu, varlığı iddia edilen terör örgütünün yönetim kadrosu, kişilerin fotoğraflarıyla birlikte açıklanmaktaydı.
Çok şaşırmış olmalıyım ki bir şekilde beynime kazınmış bu konu ve rüyalarımı etkiledi sanırım.
Son söz yerine ne söyleceğimi bilemiyorum.
Şok halinde bu yazıya nokta koyuyurum.

26 Mart 2008

Çocuk İstismarını Durdurun

Önceki yazımı yazmadan önce aklımda olan konu "Çocuk İstismarını Durdurun" kampanyası hakkında olacaktı. Bunu şurada belirtmiştim. Araya bir mim yazısı sığdırdıktan sonra konuya gelebildim sonunda.


Kampanyaya/mime katılım hakkındaki kuralları da söyledikten sonra, kendi yanıtlarıma geçeceğim. Kurallar şöyle:
  • Mim konusu; Çocukluğunuzdan hatırladığınız ilk şarkı ve şu anda dinlediğinizde hissettirdikleri.
  • Banner
  • "Çocuk istismarını durdurun" sloganının yazıda geçmesi.
Çocukluğumdan hatırladığım ilk şarkı Sezen Aksu'dan Şinanay. O yıllarda yeni çıkmış olan "Sezen Aksu Söylüyor" albümünde yar alan şarkıyı sabah akşam dinliyordum. Nereden buldun bu şarkıyı derseniz, amcam o yıl askerdeydi ve o zamanlar askerlerin böyle sevdikleri/sevdiklerinin sevdikleri şarkılardan oluşan kasetleri sılaya göndermeleri gelenek gibiydi.
Şinanay

Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış cafcaflı
Simitçi, kahveci, gazozcu,
Şinanay da yavrum şina şinanay
Şinanayda şinanay hopaşinanay

Estirir de ada yeli estirir
Seni sevindirir beni küstürür
Lüküs kamarada kimler oturur

Şinanay da yavrum şina şinanay
Şinanayda şinanay hopaşinanay

Müslümanı, Yahudisi, Urumu,
Sporcusu, ihtiyarı, veremi
Kiminin saçı uçar, kiminin eteği

Şinanay da yavrum şina şinanay
Şinanayda şinanay hopaşinanay

Söz: Melih Cevdet Anday
Müzik: Onno Tunç

Bu parçayı şimdi dinlediğimde o zamanlar ne kadar masum olduğumu düşünüyorum hep. İkiyüzlü yetişkinler değildik o zaman. Sadece oyuncaklarıyla meşgul küçücük canlılardık. Herkes bir zamanlar çocuktu. Masumdu.
Şimdi o masum yavruları kullanır olmuş aşağılık emelleri için bir kısım aşağılık yaratık. Bu tiplerden haberdar oldukça insan olduğuma lanet ediyorum inanın.
Eğer siz de, sevgili blogger arkadaşlarım, benim gibi bu kişilerle mücadele etmek istiyorsanız bu mim dalgasına katılımınızı bekliyorum. Mimi başlatan Doctus'tan Tansu'ya ve destekleyen herkese teşekkür ediyorum.

23 Mart 2008

Açlıkla Savaşa Katkınız Olsun

Biliyorsunuz ya da bir yerlerden duyuyorsunuzdur, değilse de şimdi söylüyorum: Dünyamızda açlık ne yazık ki hala büyük bir problem. Hatta zaman zaman e-postanıza şöyle iletiler geliyor olabilir: Eğer dünya nüfüsunu 100 kişi kabul edersek bunlardan x tanesi şu kıtadan, y tanesinin şu kadar geliri, z tanesinin yiyecek bir elmsı olacktı, vb. vb. vb. tarzında.
Bu konuda, yani olumsuzlukları önlemek için şu aslında ucunda insanların olduğu kablolar demetinden oluşan sanal alemde gezerken ne yapılabileceğini merak ediyorsanız, bu olasılıklardan sadece biri, sevgili Gülş'ün önerdiği/dikkat çektiği şu site: The Hunger Site.
Buradan hemen bir spontane çeviri yapayım:
Açlık: Gerçekleri Biliyor Musunuz?
Dünyada bir milyar insanın açlık ve gıda yetmezliği çektiği tahmin ediliyor. Bu, kabaca her yıl bu sebeplerden ötürü ölenlerin 100 katı.
Her gün yaklaşık 24 bin insan açlık ve açlığa bağlı nedenlerden ötürü ölmekte. On yıl önce bu sayı 35 bindi. Yirmi yıl önce ise 41 bin. Ölenlerin dörtte üçü, beş yaşın altındaki çocuklar.

Bu soruna karşı kısmi bir çözüm mevcut. İnternete her girdiğinizde bu siteye gidip "Click Here to Give" düğmesine tıklamak. Ayrıca eğer bir site/blog sahibiyseniz bu siteye bağlantı verebilirsiniz.

Bu konuyu bildirme görevimizi hallettikten sonra gelelim ikinci göreve. Gelenekselleştiği üzere ben de birilerini bu konuda yazmaya teşvik etmeli/kısmen mecbur bırakmalıyım: Sevgili komşularım Vladimir, Abi, Gülçin Hanım, 7.Oda, Bildirgeç, Hep, Cien Anos De Soledad; çağrıma kulak vermenizi rica ederim.

19 Mart 2008

Ezginin Günlüğü - Bir Eflatun Ölüm

Gülçin Hanım bu konuda yazmış. Fakat klibi bulamadığını söylemiş. Efendim işte hazır bende de varken yazısına ek olsun diye gönderdim gitti şğıdaki videoyu. Keyifle izleyin/dinleyin.

18 Mart 2008

İnsanlarım Oyununa Dair

Dün akşam Ege Üniversitesi 3. Kitap Günleri kapsamında Genco Erkal'ın sahneye koyduğu İnsanlarım oyunun gittim. Oyun Nazım Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde geçirdiği yıllarını anlatıyor. Büyük ozanın Kuvayi Mlliye Destanı, Memleketimden İnsan Manzaraları, Şeyh Bedreddin Destanı, Taranta Babu'ya Mektuplar ve özellikle Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri başta olmak üzere o dönemde yazılmış diğer şiirlerinden yapılan alıntılardan oluşuyor.



Oyun duygu yüklü. Bir de Genco Erkal'ın muhteşem oyunculuğu işin içine girince daha da etkileyici. Arhaveli İsmail'in Hikayesi'ni dinlerken gözyaşlarımı zor tuttum.
Salon hıncahınç doluydu. Oyunun sonunda 10 dakikadan fazla ayakta alkışlandı Genco Erkal.
Muhteşem bir gece geçirdim. Çok görmek istediğim bu oyunu da görmüş oldum.
Yazımı oyunun son şiirir olan Vatan Haini'ni okuyarak/yazarak bitirmek istiyorum.


``Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala,
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´
Bir Ankara gazesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne,
kapkara haykıran puntularla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında,
Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti,120 milyon lira.
'Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperversiniz, siz yurtseversiniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tınaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.


Not: Oyun boyunca tüm şiirleri tekrarlayan, üç koltuk ynmımızda oturan kız da olmasaydı ya da bu davarnışını yapmamış olsaydı, yanımda oturan arkadaşım daha da keyifli bir şekilde oyunu izleyecekti kuşkusuz. :)

Bir not daha: Yazıyı tekrar okuyunca aklıma geldi. Memleketimden İnsan Manzaraları kitabım kaybolmuştu yıllar önce. Eski basımlarından biriydi. Şimdi aklıma gelince bir daha üzüldüm. :( Sahaflara düşer yine yolum.

11 Mart 2008

Yapay Gündem

Türkiye'de nasıl olduğunu anlamadığım bir derin, ama değil bir örgütün varlığından şüpheliyim. Ne zaman işler kötüye gitse, bu oluşum (meşru ya da gayrimeşru, seçilmiş ya da atanmış tam emin değilim) gündemi hemen değiştiriveriyor nedense.
İnsanlar Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı bu hafta mecliste görüşülecek ve karara bağlanacak büyük olasılıkla. Tabi meslek odaları da bu yasayı protesto etmeye hazırlanıyor. Emek Platformu'nun bildirisine şu bağlantıların birinden ulaşılabilir: Türk-İş, DİSK, KESK, TMMOB.

Peki gündem ne dersiniz? Başbakan’dan kadınlara ’3 çocuk’ mesajı.

Artık bunun üstüne söyleyecek bir şey bulamıyorum.

10 Mart 2008

Kendime Hediye

Kendime uzun zamandır hediye almadığımı düşünüp duruyordum bir süredir. Bugün bir arkadaşımla dışarı çıkınca dur ben bu işe bir el atayım dedim kendime. Kendime çok güzel iki kitap aldım. Yeni kitap almayı çok sevmesem de, sahaflarda bulamadım, ne yapayım? Zaten sırf bu sahaflar için İstanbulda yaşamak istiyorum. Neyse efendim. Aldığım kitaplar şunlar: Edmond Rostand'dan Cyrano de Bergerac ve Samuel Beckett'ten Godot'yu Beklerken.

Çocuklar gibi mutlu oluyorum kitap alınca , bir görseniz halimi. Bir de farkettim, ben kitapçıya girdim mi çıkamıyorum. Adeta kendimi kaybediyorum.
Yalnız bir şikayetim var bu konuda: Kitaplar bu kadar pahalı olmak zorunda mı? Millet okumasın diye ellerinden geleni yapıyorlar sanki.
Yalnız kendimi tutamıyorum Cyrano de Bergerac'ı okumama konusunda. Zira 27 Mart'ta oyunu izlemeye gideceğim. Sahneleyen Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu. Daha önce de At ve Venedik Taciri oyunlarıyla beni büyülemişlerdi. At oyunu hakkındaki yazım için şuraya göz atabilirsiniz. İzmir'de olanlara gelmelerini öneririm. Oyun ücretsiz bu arada.


Efendim gelelim benim hediye kısmına. Tabi bu kitaplarla da yetinmedim. Turgut Özakman'nın bugün çıkan "Diriliş Çanakkale 1915" kitabına saldırdım hemen ama o meblağya cebimin gücü yetmedi. Kaldı öylece rafta. Yani birinci baskısını alma fırsatını kaçırdım.
Ne yapalım şimdi. Bunun telafisi de çok lezzetli oldu ama. Türkiye'nin en iyi on kokoreççisinden birinde kokoreç yedik efendim. Hatta yazarken bir daha canım istedi.
Bir iki ay önce yine orda bar çıkışı kokoreç yerken bir yandan amcanın biri kemanıyla hoş bir seda yayıyordu mekana, bir yandan da mekanın sahibi şarkı söylüyordu. Sanat müziğiyle cidden iyi gidiyor. Öneririm.
Kendime yediğim kokoreç ve aldığım kitaplarımla mutluluklar dileyerek yazıyı bitiriyorum. Görüşmek üzere.

05 Mart 2008

Unutmadan

Efendim, öncelikle okumayanlar için, pek değerli Goddess Artemis'in Mustafa Kemal'in gözlerine bakabiliyor musunuz? başlıklı yazımdaki yorumunda hatırlattığı bir başka yazıyı okumanızı öneririm: natural born high'dan: allahın ayeti humeyni'ye geeeeeeel. Hatta oradaki videoyu da aşağıya ekliyorum bir tarafa kaybolmasın diye.



Bugün bana ilginç gelen bir haberi de buradan sizlere duyurmak istiyorum. Yakında nur topu gibi bir nükleer santralimiz olacak sanırım. İhalesi bile bu kadar hızlı yapılacağına göre! Hayır, o kadar karşı çıkılmasına rağmen dediğim dedik bir tavır var, bu su götürmez bir gerçek önümüzde. Fakat haberi Reuters'den almamız bile başlı başına bir gariplik.
Ne desem, neresinden tutsam da konuşsam bilemedim.
Teknolojisi dışarıdan gelecek olan bu nükleer reaktöre ne bu talep anlayamadım inanın.
Sen üniversitelerin kadrolarını kes, araştırma görevlilerini bursla çalıştırmaya çabala, sonra vay efendim ekonomimiz büyüyor, dış ticaret arttı diye nara at.
Bana ne elin parasından, pulundan, ticaretinden. Yabancı yatırımcı bugün var yarın yok.
Elde imkan varken neden dışa bağımlı hale gelelim. Gencecik insanlar, ki galiba aralarında ben de varım, fakülte bitirip işsiz geziyor ortada. Neden bu insanlara fon ayrılmıyor yeteri kadar, ki araştırma yapıp teknolojiyi geliştirsinler? Geçelim...

Bir başka haber de bugünkü Cumhuriyet Gazetesi'nin manşetindeydi. Buyrun, bir ekran görüntüsü aşağıda.


Pes doğrusu. Bu kadarına da pes. Şimdi bu okulları siyasi olarak kullanmak değil midir? Hani o üniversitelere sadece işlerinizi yapın diyenler buna ne der acaba? O okulların müdürleri kendilerinde bu kadar güveni nasıl görüyorlar da böyle bir uygulamaya girişebiliyorlar? Bu sorular bir süre daha yanıtsız kalacak sanırım.
Bu haberin sadece bu kadarını okuyabildim. Eve internet bağlatalı gazeteyi çok nadir alıyorum artık. Ama istediğim bir habere ulaşamamak da çok canımı sıktı. Sadece bir sitede bu haberi görebildim.

03 Mart 2008

Radyo Gibi

Bugün Gülçin Hanım'ın mart ayı yazısını okurken aklıma geldi. O radyobirzamanlar'dan bahsetmiş. Ben de şunu diyeyim. İki gündür deli gibi sourberry dinliyorum. Çok hoş programlar var. Özeliikle ilk defa dinleyip her hafta dinleyeyim dediğim pazar sohbetleri programını çok beğendim. Hatta ben radyonun samimiyetini sevdim galiba. Evet, evet. Samimiyet.

02 Mart 2008

Mustafa Kemal'in gözlerine bakabiliyor musunuz?

Unutmadan bir video da ekleyeyim. Bu videoyu önce 7.Oda'nın Depo'sunda gördüm. Sonra da sevgili Abi üzüntülerini belirtmiş. Düşündüm ki bu videoyu forward mesajlarla değil de böyle yaysak nasıl olur? Yani forward mesajları okumadan sildiğim düşünülürse benim adıma güzel bir şey. Sizce?


Özet

Efendim bir hafta on gündür nete girmedim/giremedim. An itibariyle dönüş yapmış bulunuyorum. Bu arada ne mi yaptım?
Ne yapmadım ki. Öncelikle bol bol kitap okudum. Gündüz kitap okumak daha kolay oluyor gözlük kullanmam sebebiyle. Daha az yoruluyorlar. Başka başka. Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu'nun sahnelediği Venedik Taciri oyununa gittim. Müthişti. Tek kelimeyle müthişti.
Az kalsın unutuyordum. Bundan böyle sabahları erken kalkıyorum. Miskinlik sona erdi. Her sabah altıda kalkıp bir güzel koşuyorum sahilde. Bir-bir buçuk saat kadar sürüyor bu koşularım. Başka ne yazacaktım. Unuttum. Sonra devam ederim.