Son Eklenenler

03 Kasım 2007

Böyle Bir Yazmak

Bugün bayram. Bugün yeni yılın ilk günü. Baş ağrısıyla uyanmak. Ayılmaya çalışmak.

Dakikalarca kahve aramak (kahvenin buzdolabında saklandığını da gördüm ya!!!).

Kitap okuyasım geldi. Karıştır karıştır kitaplığı. Buldum sonunda. ‘böyle bir sevmek’.

Uzun zamandır okumak istiyordum ama bir türlü fırsatım olmamıştı. Dünyada işler kötüye gidiyor olmalı ki ocak ayının ilk günü olmasına rağmen bahardan kalma bir gün. Pencereden içeri giren güneşe inat deli gibi yanan radyatöre inat yaslanmış – aslında kazara her yaslanışımda sırtım yanıyor – kahvemi yudumluyorum.

Sayfaları çeviriyorum. ‘sana ne yaptılar’ karşılıyor beni. Sahi, güzel Toprak Ana, sana ne yaptılar? Sonra ‘sakın ha’ alıp götürüyor beni. ‘sakın ha ağlamanı istemiyorum’ diyor bana kitap. ‘ilk kelepçe’, ‘galiba ölüyorum’, ‘hadi git sen’ derken baktım ki ‘gündelik şeyler’ bitiverdi.
‘böyle bir sevmek’ teki şu dizelerde durakaldım.
“hayır sanmayın ki beni unuttular
hala arasıra mektupları gelir”

İşte kilit cümle bu olmalıydı. “hala arasıra mektupları gelir”. Sahi, hala mektup geliyor muydu? En son ne zaman mektup yazmıştım? Yok artık, daha neler. İlkokulda öğretmen ödev diye vermişti. Ya tebrik kartı? O da mektupla aynı kaderi paylaşıyor ne yazık ki bende.

Gelişen dünyamızda ne vardı mektubun, tebrik kartının yerine? Eposta, anında mesajlaşma yazılımları, illa ki cep telefonları. Di mi? Cep telefonları. Okuduğum kitaplarda hep aklıma takılan bir sorudur: Bu insanlar sadece birkaç gün önceden haberleşerek nasıl oluyorlar da zamanında buluşabiliyorlar? Sanırım o zamanlarda insanlar, birbirlerine olan saygılarını yitirmemişlerdi. Şimdi mi? İşte biraz önce bir mesaj geldi:
“Biraz geç kalıcam işim bitince çağrı atarım öpt”.

Demek bu kadar basit öyle mi?

Bir başka boyutu da bu cep telefonu illetinin; öğrenci hattı, öğretmen hattı, polis hattı, maliye hattı, o hattı, bu hattı…

İnsan sevgilisine özlem duymak ister. Konuşmaları, bakışmaları o kadar sevgiyle yoğrulmuştur ki kelimelere dökmek benim harcım değil. Aylar sonra görüştüğünde O’nu öyle bir sarar ki kollarıyla, tek vücut olduğunu hissedersin. Bunun yerine şu sözlerle birbirimize seslenmek ne kadar acı:
“süreye bakıyorsun di mi?”, “on dakika oldu mu?”, “aaa, onbir olmuş, e artık süre dolana kadar konuşalım.”

Konuşalım da ne konuşalım? Ya da niye süre doldurmak için konuşalım. Ben seni seviyorum, senin de beni sevdiğini sanıyorum, belki de kendimi kandırıyorum. Ama telefonda ne kadar güzel sözler edebilirim ki sana? Söylediklerim ne kadar kalıcı olur ki? Mektupla bugüne kadar okuduklarımdan bana kalanları sana da iletebilirim belki. Ya telefonla?

Süreyi onun katları dakika olarak doldurmak için söylenenler.

Üzgünüm. Sadece üzgünüm. İçim acıyor.

Bugün bayram. Bugün yeni yılın ilk günü. Baş ağrısıyla uyanmak.

Ayılmaya çalışmak. Dakikalarca telefona bakmak, arayan soran var mı diye.

0 yorum:

Yorum Gönder