Kim gitti? Kim kaldı bu diyarda? Sevgi miydi kaybettiğimiz? Yoksa kendimiz miydik yiten? ‘Bende sana yetecek kadar ben kalmadı’ mıydı gidişinin sebebi?
Hayatıma girdiğin zamanı hatırlıyorum. Renk getirmiştin siyah-beyaz yaşantıma. Kahverengi artık toprağın değil gözlerinin rengiydi. Saçlarının rüzgarda savrulurken havada bıraktığı iz, bir kuyruklu yıldızın yanına yaklaşamayacağı güzellikteydi. Teninin rengi… Hiçbir şeyle karşılaştırılamaz ten rengin.
Hatırlar mısın soğuk bir günde tanışmıştık. Kasım sonuydu. Doğum gününden birkaç gün sonra. Pencerede oturmuş, kış mevsiminin gelmesini bekleyen bir çocuk gibi beklerken sen gelivermiştin. Ve kış ‘bir sonraki bilinmeze’ ertelenmişti. Baharım oluvermiştin. Teninin tenime değdiği anda erimişti içimdeki buzullar. Nehirler coşmuştu adeta. O dudaklarının sıcaklığı hiçbir şeyde yok inan. Zaten güzel şehrimizin de en güzel zamanı bahardır. İşte o bahar erken gelmişti o yıl.
Seninle öğrendim sevginin kutsallığını. Saflığını. Temizliğini. Büyüklüğünü. Sen öğrettin hayatın yaşamaya değer olduğunu. ‘Sana bakmak Allah’a inanmaktır’ desem az bile gelir.
Seninle tattım okumanın zevkini. İlk beğendiğimiz kitabın adı ‘Mutluluk’. O günden kurduğumuz hayatın başına bu kelimeyi koymuştuk: Mutluluk. Hem de şairin ‘mutlu aşk yoktur’ dizelerine inat. İşte vardı mutlu aşk; biz vardık.
Seninle öğrendim eylem adamı olmayı. Hep derdin ya “konuşmak kolaydır, ya uygulamak?”
Şimdi sana soruyorum. Hissetmek mi kolay sevgiyi? Yoksa uğruna mücadele edilesi sevgiye sahip olmak mı? Kabullenmek mi olayları olduğu gibi? Yoksa direnmek mi doğru bildiğin yolda? Hangisi seçimin?
Ne kadar zamanımız kaldığını bilmiyoruz. Kararını çabuk verirsin değil mi? “Aşk acele etmez!” demiştin ama zaman hiç de öyle davranmıyor…
Hayatıma girdiğin zamanı hatırlıyorum. Renk getirmiştin siyah-beyaz yaşantıma. Kahverengi artık toprağın değil gözlerinin rengiydi. Saçlarının rüzgarda savrulurken havada bıraktığı iz, bir kuyruklu yıldızın yanına yaklaşamayacağı güzellikteydi. Teninin rengi… Hiçbir şeyle karşılaştırılamaz ten rengin.
Hatırlar mısın soğuk bir günde tanışmıştık. Kasım sonuydu. Doğum gününden birkaç gün sonra. Pencerede oturmuş, kış mevsiminin gelmesini bekleyen bir çocuk gibi beklerken sen gelivermiştin. Ve kış ‘bir sonraki bilinmeze’ ertelenmişti. Baharım oluvermiştin. Teninin tenime değdiği anda erimişti içimdeki buzullar. Nehirler coşmuştu adeta. O dudaklarının sıcaklığı hiçbir şeyde yok inan. Zaten güzel şehrimizin de en güzel zamanı bahardır. İşte o bahar erken gelmişti o yıl.
Seninle öğrendim sevginin kutsallığını. Saflığını. Temizliğini. Büyüklüğünü. Sen öğrettin hayatın yaşamaya değer olduğunu. ‘Sana bakmak Allah’a inanmaktır’ desem az bile gelir.
Seninle tattım okumanın zevkini. İlk beğendiğimiz kitabın adı ‘Mutluluk’. O günden kurduğumuz hayatın başına bu kelimeyi koymuştuk: Mutluluk. Hem de şairin ‘mutlu aşk yoktur’ dizelerine inat. İşte vardı mutlu aşk; biz vardık.
Seninle öğrendim eylem adamı olmayı. Hep derdin ya “konuşmak kolaydır, ya uygulamak?”
Şimdi sana soruyorum. Hissetmek mi kolay sevgiyi? Yoksa uğruna mücadele edilesi sevgiye sahip olmak mı? Kabullenmek mi olayları olduğu gibi? Yoksa direnmek mi doğru bildiğin yolda? Hangisi seçimin?
Ne kadar zamanımız kaldığını bilmiyoruz. Kararını çabuk verirsin değil mi? “Aşk acele etmez!” demiştin ama zaman hiç de öyle davranmıyor…
0 yorum:
Yorum Gönder