Son Eklenenler

31 Ocak 2008

Yokluk

'Hoşçakal' dedi ve gitti.
Şimdi ben yokluğunla daha da seninleyim.

Boşluk

İnsan kendiyle başbaşa kalmalı ara sıra. Bir çeşit iç sesini dinleme. Bu bana en çok yastığa başımı koyduğumda olur. Size de oluyor mu?
Bir de kalabalığın içinde tüm seslerin kesildiği anlar var ki. Hani filmelerde bir bomba patlar, sağır olan birinin gözünden görürsünüz ya etrafı. İşte öyle.
Geçen hafta bunu ziyadesiyle yaşadım. Tabutun başında beklerken en tüm anılarım canlandı. Ama en çok garibime giden de, gün boyu ölümden, yaşamdan, ölümle yaşam arasındaki dengeden konuştuktan; en çok da konuşmadan öylece birbirimize baktından sonra akşam o acı haberi almak. Bu çok dokundu.
Ertesi gün son yolculuğunda, soğuk toprağa öylece bıraktık.
Amca, baba yarısıysa; büyük amca dede yarısıymış.

24 Ocak 2008

Uğurlar Olsun...


Nereden söze başlayacağımı bilemiyorum dostlar. 15 yıl önceydi. Karla kaplı bir sokakta muazzam bir kalabalık. Herkes bir yerlere koşturuyordu. Beyaz ekrandan yansıyanlar bunlar. O zaman da insanların elindeki çalı süpürgelerine hayret etmiştim. Çalı süpürgesi gördüğümde hep o kare gelir gözümün önüne.
Sonra birden sahne 19 Ocak 2007'ye geldi. Yine bir gazeteci. Yine kirli bir oyun. Derin Devlet'in kendini savunma içgüdüsü mü diyelim yoksa?
Sabahattin Ali'den başlamak üzere, krolonojik sıra olmadan sayalım isterseniz:
Doğan Öz, Abdi İpekçi, Akın Özdemir, Necdet Bulut, Ümit Doğanay, Cavit Orhan Tütengil, Cevat Yurdakul, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Bedrettin Cömert, Kemal Türkler, Turan Dursun, Onat Kutlar, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink.
Atladıklarım varsa kusura bakmayın. Yorumlarınızla hatırlatırsınız.
Şimdi elimde yaşı benimle bir olan kitap: Uğur Mumcu - Tüfek İcad Oldu...

Bu kitabı bugün ülke yönetiminde olan herkese okutmak isterim. Gerçi Nutuk da okunacaklar listesinde ilk sırada ya. Önemli olan okuduğunu anlamak. Duygularımı aktarayım hemen.
Uğur Ağabey,
Gittin bir bilinmeze aniden. Kalleşçe bir tuzakla. Oysa seninle gazetecilik konusunda çalışmak istiyordum. Hatta belki de hukuk okurdum üniversitede. Olmadı.
Şimdi olanları olanca titizliğinle izliyorsun değil mi Uğur Ağabey? Halkım da saçma sapan televizyon programlarını izliyor, umarsızca. Gözyaşlarımı da görüyor musun Uğur Ağabey? Gözyaşlarım kırmızı akıyor Uğur Ağabey. Yüreğimin kanı gözlerimden akıyor. Tutamıyorum işte, kızma bana n'olur. Seni koruyamadık. Kızma bize n'olur. Hep gülümse o gülen gözlerinle. Hep yaptığın gibi gül hayata. Unutma bizi Uğur Ağabey. Birileri seni unutmuş olsa bile...



Güncelleme: Aşağıdaki yorumlarda Sevgili Hep'in verdiği adres ya benden kaynaklı ya da siteden kaynaklı bir sebepten dolayı açılmıyor. Siteye bu linkten erişebilirsiniz.

23 Ocak 2008

İnternette Sansüre Hayır!!!


Geçtiğimiz günlerde Youtube sitesine Türkiye'den erişim tekrar engellendi. Hatta bu sefer engelleme daha da ciddi gibi. Özellikle bağlatılarını verdiğim yazılara bırakılan yorumları okumalısınız.
M. Serdar Kuzuloğlu'unun bu haftaki yazısından bir alıntıyla noktalayalım.
Geçen hafta sonuna doğru Atatürk'e hakaret içeren videolar barındırdığı için YouTube bir kere daha erişilemez hale geldi (yine de erişmek istiyorsanız: getir.net/aqj ). Eğer açıldığında uyuzluğuna kapatmak isterseniz önce Atatürk'e hakaret eden yazılara sahip bir video çekin, sahte bir e-posta adresiyle herhangi bir
internet kafe, okul ya da şirketten yükleyin ve ardından önce Telekomünikasyon Kurumu'nun (TK) www.ihbarweb.org.tr adresine şikâyet edin, sonra da savcılığa suç duyurusunda bulunun. Böylece hemen her hafta istediğiniz her video sitesinin kepengini indirebilirsiniz. Takdir edin üstelik; halkına böyle bir güç veren kaç devlet var?

22 Ocak 2008

Sinema Günlerim

Geçtiğimiz cuma gününden beri sürekli bir film izleme eğilimindeyim. Bastıramadığım bir his var içimde. Ben de dayanamayıp kendimi filmlere verdim. Buyrunuz, izlenimler aşağıda.


İlk olarak sevgili Gülçin Hanım'ın da bir yazısında anlattığı belgesel, Le Peuple Migrateur(Kuşlar, Kanatlı Uygarlık) tarafımdan izlendi. Hayran kaldım demek az gelir. Büyülendim. Tam ben izlerken başka bir şeyi sormak içn babam yanıma geldi. O da soracağı şeyi unuttu. Beraber izledik. :) Konunun ayrıntıları için, sizi Gülçin Hanım'a yönlendireyim, oradan okursunuz di mi?



İkinci film, filmlerine hayranlık duyduğum Fatih Akın'ın son filmi Yaşamın Kıyısında. Arada kalmışlığın muhteşem şöleni. Memleket hasreti, rastlantı, düzenin insanı olmama. Filmi düşündüğümde aklıma gelenler bunlar. 68 kuşağına kadar uzanan bir hikaye. Anne olmanın insana yüklediği koruma içgüdüsü. Bayan Staub(Hanna Schygulla)'da bunu görüyoruz.
Arkadaşlık duygusunun gücü. Lotte(Patrycia Ziolkowska) fazlasıyla bu güzün etkisi altında. Öte yandan Ayten(Nurgül Yesilçay) herşeyi arkada bırakıp yeni bir hayata başlamak için geldiği ülkede(Almanya) yoldaşlarını daha yakından tanıma fırsatı buluyor.
Kahramanlarımızın başında Alman Dili Profesör'ü Nejat Aksu(Baki Davrak), ayakabıcıda çalışan Yeter(Nursel Köse) ve tabi ki ihtiyar delikanlı Ali Aksu(Tuncel Kurtiz) var. Tuncel Kurtiz'in bakışları ve küfürleri, yeteri kadar vurucu zaten.
Fatih Akın, Türkiye'yi dışarıdan izleyen biri olarak, yani Almanya'da yaşadığı için öyle dedim, yoksa gayet açık bir anlatımı var, tüm tabloyu yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor. Bir şeylerin farkına varmamız gerektiğini haykırıyor adeta. Bu çağrıya kulak verilmesi dileğiyle. Fatih Akın filmelerine ayrıntılı olarak ayrı bir yazıda değerlendireceğim. Geçelim son filme.


Son film ise, Ridley Scott'ın yeni filmi American Gangster. Russell Crowe ve Denzel Washington karşılıklı döktürmüşler. Filmde neler yok ki: Uyuşturucu, rüşvet, Vietnam Savaşı, Robin Hood, Muhammed Ali. Bir ara 1971 yapımı The French Connection'a kadar uzandım film sırasında. Filmin sonuna doğru Crowe ile Washington arasındaki hayatı ve yaptıklarını sorgulama, filmin en iyi diyaloglarından. Kısacası suç ve dram tarzlarından hoşlananlar için izlenmesi gereken bir film. Unutmadan, filmin başından "based on a true story"(gerçek bir hikaye üzerine) ibaresi var. Bir ikinci hatırlatma, film 157 dakika.
İyi seyirler.

Afişler sırasıyla buradan, buradan ve buradan.

13 Ocak 2008

Merkez Bankası'nın Taşınması

Merkez Bankası'nın, tam adıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması tartışmalarını duymayan kalmamıştır sanırım. Kalmışsa da buradan duyurmuş olalım.
Bir yandan hükümet kararın çoktan verildiğini, hatta yerinin bile hazır olduğunu söyleyedursun, bir yandan da muhalefet, sanayici, ticaretle uğraşanlar, gazeteciler bu kararın cumhuriyetin kazanımlarına yönelik olduğunu dile getiriyorlar.
Sadece Merkez Bankası da değil konu. Ziraat Bankası, Halkbank ve Vakıfbank da var işin içinde. Acaba bu kurumlarda çalışanların durumuna nasıl bakıyorlar? İstanbul halihazırda 12 küsur milyon nüfuslu bir şehir değil mi?
Hükümetin gerekçesi İstanbul'un finans merkezi olması. Burada bir alıntı yapmak istiyorum:
"Antalya turizm merkezi diye Turizm Bakanlığı oraya mı taşınacak, sanayi Marmara’da diye bakanlık İstanbul’a mı taşınacak?"

Bu konuyla ilgili bağlantılara göz atın en iyisi. Haluk Şahin'in yazısını özellikle okumanızı öneririm.

Merkez’i taşıma krizi
Merkez’in İstanbul’da yeri bile belli, gerekirse kanunla taşırız
Merkez Bankası İstanbul'a taşınacak
Topbaş: Merkez Bankası İstanbul’a taşınmalı
ATO Başkanı Aygün:"Merkez Bankası İstanbul'da eğreti durur."

Bir bankacı olarak, Gülçin Hanım'ın da görüşlerini merakla bekliyorum.

12 Ocak 2008

Deja Vu?

Az önce çok garip bir an yaşadım. Sevinç Eratalay'ın 1996 tarihli 'Mahir'in Türküsü' albümünden 'Esen Yel' adlı parçasını dinlerken, kendi kendime, "gecenin bu saatinde deja vu yaşıyorum galiba" dedim. Dedim demesine fakat nereden hatırladığımı da bilmiyorum. Öyle kalakaldım. "Sözler nereden kulağıma tanıdık?" diye düşünürken birden jeton düştü.
Bob Dylan'nın 'Blowin’ in the Wind' parçasıymış meğer. Yani bu satırları daha önce yazmışım. Parçanın bir çevirisi burada. 'Esen Yel' parçasının bir bölümü ise aşağıda.
Daha kaç köyden sürülsün insan
Adam oluncaya dek
Daha kaç derya dolaşsın martı
Bulsam diye bir tünek
Daha kaç toptan atılsın gülle
Harp toptan kalkıncaya dek
Cevabı dostum rüzgarda bunun
Cevabı esen rüzgarda
Bu yazı da böyle gece gece bir not düşmek olsun. Renkli bir an yaşadım. Mutluyum. :)

11 Ocak 2008

There Will Be Blood (Kan Dökülecek)

Şu sıralar sıkça yazamayacağımı bir önceki yazımda söylemiştim. Fakat unutmadan söylemem gereken bir şey daha var. Sinemada 1 Şubat 2008'de gösterime girecek bir film hakkında.
Upton Sinclair'in(Türkçe biyografisi), Oil(Petrol) adlı romanından sinemaya uyarlanan There Will Be Blood(Kan Dökülecek) filmini sabırsızlıkla bekliyorum. Ufak bir hatırlatma: Film şu anda imdb'de 9.0/10 oyla Top 250'de 44. sırada!


Filmin başrol oyuncusu, afişten de görülebileceği üzere Daniel Day-Lewis. Ayrıca filmin müziklerini de Radiohead grubunun gitaristi Jonny Greenwood yapmış.
Filmin imdb sayfası burada. Resmi web sayfası burada. Resmi sayfada filmin fragmanı da mevcut. Ayrıca farklı çözünürlüklerde fragmanlar için buradan buyrun. Radikal'de çıkan haber burada.
Yazıda kullanılan resimler sırasıyla buradan ve buradan.

10 Ocak 2008

Kısa Kısa

Öncelikle merhabalar.
Bir süredir yazı yazamıyordum. Hemen hatırlatayım ki bir süre daha yazı yazamayabilirim. Şimdiden sabrınıza teşekkürler. Okunacaklar listesi de hayli kabardı. Fakat ben bir süre, günde yaklaşık 100-120 km yol yapacağım sanırım. Sonunda iyi haberi vereceğim sizlere (umarım).
Şimdi bir özet geçelim efendim son günlerden aklımda kalanlarla ilgili:
1- Gündemin ilk maddesi bir boykot haberi. Haberi önce kandanadam'ın sayfasının sağ üst köşesindeki resimden, sonra da Goddess Artemis'ten öğrendim. Yörsan, sendikalı 400 işçiyi işten çıkarmış. Bundan dolayı da uluslarası arenada kınanmış. Buradan gerekli duyuruyu yapmış olalım.


2- Yine kanı beynime sıçratan bir haber var. Efendim PTT, "kurumun prestijini zarara uğrattıkları" için personeline disiplin cezası veriyormuş. Ayrıntılar buradan görülebilir. Ama buradan birkaç kez yazdım. O PTT ki, önce asli görevi olan posta dağıtım işini yapsın. İki ayda bir sokağa uğrayıp, zarfları 12'şer 12'şer atmakla sarsılmayan kurum prestiji, memurların icralık olmasıyla mı sarsılıyor. Sağolsun çevremde hiç işsiz imam görmedim. Bir şekilde ilçe milli eğitim müdürü olanlar bile varken, dağıtım işini taşeron firmaya verip sonra da eleman sıkıntımız var diyen PTT yöneticileri var işte. Yurdum işleri böyle oluyor ne yazık ki. Neyse, geçelim.
3- Şiddet her yerde. Hatta olmuş olan olaylar için bile garip işler dönüyor. Buradan buyrun.
4- İyi haberler de var. İçimiz kararmasın di mi? Bu haber özellikle İstanbul'da yaşayanlar için. Zira ne kadar gitmek istesem de ne yazık ki orada olamayacağım.
Efendim 10 Ocak 2008 tarihine kadar “Bir Fotoğraf Camı / Çektiği ve Çekemediği Fotoğraflarıyla Sabahattin Ali” sergisinin haberini, 8 Ocak 2008 tarihli Radikal Genç'ten, Şenay Öztürk'ün yazısından öğrendim. Size de haber veririm.


Hıfzı Topuz'un Başın Öne Eğilmesin adlı kitabından bir alıntı yapmış sevgili Şenay Öztürk. Bu alıntıya bir göz atarak yazımı noktalayayım:
"Her şey, bir tren yolculuğu sırasında Upton Sinclair'in romanı 'Oil'i okumasıyla başlar. Yıllar sonra Rasih Nuri İleri'ye anlattığına göre Sabahattin Ali, bu kitabı bitirince, 'Bu romanda olanların onda biri doğruysa namuslu bir insan mutlaka solcu olmalıdır' der."
İlk resim buradan, Sabahattin Ali'nin fotoğrafı ise buradan.

05 Ocak 2008

Fahrenheit 451'den

Bilgisayarın başına geçme amacım uzunca bir yazı yazmaktı fakat nedense birden alıntı yapmaya karar verdim. Bu seferlik böyle idare edelim artık. Keyifli okumalar.


"Eğer yapabilirsen nehre doğru gitmeye çalış, onu izle, bir şekilde ülkenin içlerine uzanan eski demiryolu hatlarına rastlarsan onları takip et. Bugünlerde hemen hemen her şey hava yoluna bağlı olduğu için yolların çoğu terk edildi. Ama raylar hala duruyorlar, paslanıyorlar. Başıboş gezenlerin bütün ülkede kampları olduğunu duydum. Orada burada; onlara yürüyen kamp diyorlar. Eğer yeterince uzağa yürür ve gözlerini açık tutarsan, burasıyla Los Angeles arasındaki yollarda birçok Harvard mezunu olduğunu söylüyorlar. Çoğu aranıyor ve şehirlerde peşlerine düşmüşler. Sanırım yaşamanın bir yolunu buluyorlar. Pek fazla değiller ve bence hükümet hiçbir zaman izlerini sürecek kadar büyük bir tehlike olarak görmüyor onları. Bir süre onlarla birlikte saklanıp, sonra benimle St. Louis'de temasa geç. Yarın sabah beş otobüsüyle, oradaki eski bir basımcıyı görmeye gidiyorum ve sonunda artık kendimi ortaya çıkaracağım. Para iyi bir iş için kullanılacak. Teşekkürler ve Tanrı seni kutsasın. Birkaç dakika uyumak ister misin?"*
Kitap hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
*Bradbury, Ray, Fahrenheit 451, İthaki Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1999, sayfa: 204-205
Fotoğraf burada(ydı).

01 Ocak 2008

Yeni Yıl Yazısı

Tam bir yıl önce ayılmaya çalışıyordum. Şimdi önümü görmeye çalışıyorum. Çok garip şeyler oluyor bu aralar. Sabah uyandığımda göz kapağım şişmişti. Acı, ağrı yok fakat görüntü iç açıcı değil. Sabah doktora gideceğim. Bakalım o ne diyecek. Dün geceden aklımda kalanlara geçelim.
Sac pidesi yedik akşam. Çok lezzetliydi. Akabinde televizyon, aynı anda sohbet, çay, kahve. Eğlenceli bir başlangıç oldu. Misafirlikte oldu bunlar.
Eve gelince herkesler çağırdı beni saat on gibi. Efendim ilk önce karşı komşuda bir kadeh rakı bir porsiyon çipura afiyetle yenildi. Tam 'artık ben gideyim, çok uykum var' derken diğer komşumuza da mutlu yıllar demek için selam verildi. Hemen ardından kendimi elimde rakı önümde meze şeklinde otururken buldum. Yaş üzüm rakısının da içimi rahatmış. Bunu tecrübe ederken geleneksel tombala faslı başladı. Ama biraz farklı olarak ortaya para da koyduk. Yani herkes ortaya para koyunca ben de ceplerimi gösterim borçlandım. Yendik yenildik derken ev sahibesinin parası kalmadı. Kazandıklarımı ona yardım fonuna bağışladım.
Sonra ülkeyi kurtardık o kafayla. Hani çakırdık. Sarhoş denemez ya.
Saat üçe doğru izin isteyip ayrıldık efendim evimize doğru.
Sabah, yani kalktığımda öğlen olmuştu ya, hava yağmurlu olduğundan saatin farkına varamamışım yatakta, tek gözle uyandım. Çok garip bir duygu ya. Hatta sokakta komşu çocuklarıyla oynayıp eğendik valla. Tek gözle korsan oldum ben. :)
Yeni yılın ilk yazısı böyle olsun. Herkese mutlu yıllar.
Görüşmek üzere. Hoşçakalın...
...Şimdilik.